9 Aralık 2014 Salı

Yıldızlararası 102- Zaman çizelgesi

internette gezinirken bulduğum,filmi anlamaya yardımcı bir çizelge.

Üzerine tıklayınız.

2 Aralık 2014 Salı

İsmail - Grup Vitamin



Grup Vitamin'in İsmail isimli şarkısının klibi.Klipte bir de sürpriz var.Genç Ata Demirer oynuyor:)

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/233461/grup-vitamin-ismail-ata-demier-1992

20 Kasım 2014 Perşembe

İnterstellarin yayınlanmamış bölümleri

Dr Mann karakterinin gezegeninde ki hayatını anlatan ,filmde olmayan kısımları aşağıda ki çizimlerde dir.İngilizcedir.Meraklısına

http://www.wired.com/2014/11/absolute-zero

The Science of Interstaller


Kip Thorne - Çekimlerde

Interstaller filminin danışmanlarından Kip Thorne'un yazmış olduğu ve filmin bilimsel temelini oluşturan kitap aşağıdadır,meraklılarına....


http://issuu.com/ynyounuo/docs/kip_thorne__christopher_nolan-the_s

17 Kasım 2014 Pazartesi

interstellar(yıldızlararası) 101

Yıldızlar arası filmini araştırırken internette bulduğum aydınlatıcı bir resim aşağıdadır.Filmi izleyenler açısından düşünmek için giriş dersi niteliğinde.Ah be Nolan!


Interstellar








O güzel karanlığa nazikçe gitme,
Günün sonunda yaşlılık yanmalı ve kudurmalı,
Işığın ölümüne karşı öfke, öfke...

22 Ekim 2014 Çarşamba

Geleceğe Dönüş


Efsane filmi bilirsiniz.Geleceğe dönüş serisi....Martin yakalanır gelecekte ve gazetede haberi çıkar.
O tarih 22 ekim 2015 dir.Yani bugunden 1 yıl sonrası:)

uçan kaykayı daha göremedik ama film çok güzeldi.O günün gazetede ki diğer haberleri de gülümsetiyor insanı.İsveçli terorist tehlikesi,yada prenses Diana'nın Washington'a ziyareti:)

80 ler sen ne güzel yıllarmışsın öyle!

9 Ekim 2014 Perşembe

Bombacı Hasan

Çanakkale'de karnınız acıktı,hızlı birşeyler yemek mi istiyorsunuz.Bomba tavsiye ederim.Neredemi yiyeceksiniz.
Bombacı Hasan iyi bir alternatif olabilir.

Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi



Çanakkale Tarihi yarımadayı birçok kez gezdim.Yeni bir merkez yapıldı çok güzel gidelim dediler ,gittik.Hakikaten çok güzel.Müzecilikte ki yenilikleri öğreniyoruz.11 tane sinema salonu var,Herbir salonda savaşın aşamalarını tek tek yaşıyorsunuz.Bir salon Nusret mayın gemisiyse,dalgalarda durduğunuz yerin sallandığını hissedip denize mayın döşeyen leventleri izliyorsunuz.Bir başka salonda siperler içinde süngü savaşını izliyorsunuz.

5 duyuya hitap eden 10 salon harika.Sonuncu yani 11. salon güncel siyasete alet edilmese herşey mükemmel.İnanıyorum ki yetkililer tarafından 11. salonun içeriği kalıcı olana şeklinde yeniden düzenlenecektir.

Azerbeycan - asimetrik hayatlar


Azerbeycan Baküdeydim geçenlerde.Türkiye'de zenginler,fakirler ve orta direk var.Azerbeycan da zenginler ve fakirler var.Zengini Çok iyi durumda ama fakirinin durumu pek iyi değil.

Grand Hotel



Wes Anderson'un Büyük Budapeşte Hotelini andıran bir otel Grand Hotel.1835 yılında yapılan otelde hala kalınabiliyor.Dubline yaklaşık 1 saat uzaklıktaki otelde kalmak eşsiz bir deneyim,

Türk Kafası


Öngörü


Dublin Trinity College da bulunan bir sergide 1900 lü yılların ortasına ait bir öngörü.Yada öngöremeyiş:)


Temple Bar



Dublin'de bulunduğu semte de ismini veren Temple Bar ile anlatılan şöyle bir hikaye var.İrlandalılar hem içki içmeyi hemde dua etmeyi sevdiği ve aynı anda yaptıkları için bu barın adı Temple Bar!

Külliyen yalan:),

İsmini barı açan ilk sahibi William Temple'dan alıyor!!!

Dublin akşamları -Temmuz 2014- 22:15 pm


Dublin'de lavabolar






İrlanda Dublin'de lavabolar.Birinden sıcak su diğerinden soğuk su akıyor.

Problem şu:bana ılık su lazım!!!!

19 Haziran 2014 Perşembe

Kış Uykusu


Uzun uzadıya yazamıyacağım.İnsanın en ilkel,en çiğ, en kara noktalarına gezintiye çıkmış Nuri Bilge.Süresini eleştirenlere sakın takılmayın. 3 saatin nasıl gelip geçtiğini anlayamıyorsunuz.Her sahnede diyaloglar olduğu için sıkılmaya fırsatınız olmuyor,diyalogları daha iyi anlamaya çalışıyorsunuz.

Kimseyi de zorla bu filme götürmeyin.Olmadı tek gidin, her karenin,her anın tadını çıkarın.
Sinemadan çıktıktan sonra bana arabaya kadar nasıl yürüyecem bu karda kıyametteyi sorgulatmış bir filmdir kış uykusu.Ki ben haziran'da izmir'de izledim filmi:)

Sorarsanız nbc'nib en iyi filmi mi diye? Cevabım Bir zamanlar Anadolu'da olacaktır.Ama bu kış uykusunun bir şaheser olduğu gerçeğini değiştirmez.

5 Haziran 2014 Perşembe

Türk Sinemasının 100’üncü Yılında En İyi 100 Film Sizin Oylarınızla Seçiliyor!

Türk Sinemasının en iyi 100 filmi sizin oylarınızla seçiliyor. Akademisyenler, meslek birlikleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından belirlenen filmler oylamanız için sizi bekliyor!..

Dikkat herkesin 10 oy hakkı var!!!!!

http://www.100yil100film.gov.tr/

18 Nisan 2014 Cuma

Britishpathe

Britishpathe bugun tüm arşivini youtuba yüklediğini açıkladı
britishpathe eskiye dair akla hayale gelmeyecek olayların çok geniş coğrafyaya yayılmış şeklinde arşivleyen bir kurum

örnegın bir mustafa kemal videosu: http://www.britishpathe.com/video/mustapha-kemal-2



youtube kapalı ama açılcak,
asagıda tüm arşivin oldugu söylenen link var

http://www.youtube.com/user/britishpathe

6 Şubat 2014 Perşembe

Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi


Ege Üniversitesinin Ballian köşkü içinde kurduğu dünyada benzeri olmayan müzedir.Çok yakın zamanda çok daha detaylı bir yazı ile bu müzeyi anlatacam.
Dünya da bir çok kitap ve kağıt müzesi var ama bu formatta bir bilgi müzesi yok.Müze randevu alınarak geziliyor.Ben geldim geziyim olmuyor.Zaten anlamlı olmaz.Konusunda uzman 2 kişi gezdiriyor anlatıyor...Etrafta değişik kağıtlar ve kitaplar.Konu kitaplar ve kağıtlar...İnanılmaz bir tecrübe....

EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz'ı candan kutluyorum.Ege'ye sınıf atlatmıştır.Bir rektör bundan  daha güzel ne yapabilir?

sitenin web adresi: http://kksm.ege.edu.tr/

24 Ocak 2014 Cuma

Varolmanın dayanılmaz hafifliği


(Mevcude'nin Çekilmez Hoppalığı)

Galiz Kahraman 'ın kapağında yazan söz.Anar yine gülümsetti.Kitabın künyesininden okuduğumuz üzere kapağı da yine hoca' nın kendi çizmiş.

11 Ocak 2014 Cumartesi

Galiz Kahraman

İhsan Oktay Anar'ın yeni kitabı 17.01.2014 de çıkıyor.Beklemek zor olacak,aşağıda tadımlık bir bölüm var meraklılarına....:)


Otomobile binip epey bir gittikten sonra İstiklal Caddesi’ne çıktılar. Nihayet ekstra ekstra lüks bir apartmanın önünde durdular. Yağmur sürüyor ve arada bir gök gürlüyordu. Efendimize şemsiyesiyle refakat eden şoför, kapıyı açıp apartmana girdi. Hidrolik asansörle beşinci kata çıktılar. Şoför düğmeyi çevirip elektrik ampulünü yakınca, tepesinde ağaç oyma koskoca bir arslan kafası olan bir kapı göründü. O kadar muhteşemdi ki, üstüne üstlük bir de geyik derisiyle kaplanmasına aslında hiç de gerek yoktu. Şoför kapıyı açtı ve içeri ayak bastılar. Parıl parıl yanan bir kristal avizenin aydınlattığı salona girdiklerinde İdris Âmil Hazretleri, melek motifli kağıtla kaplı duvarlarda, eski zaman insanlarının, altın yaldızlı çerçeveler içerisindeki yağlıboya tablolarını gördü. Salonun ortasındaki abanoz sehpanın ve her dört duvardaki On altıncı Lui, Bidermayer, rejans tarzındaki konsolların üstünde, gümüş vazolar, biblolar ve şamdanlar ışıl ışıl parlıyordu. Şoför, Efendimize eliyle ‘Gel’ işareti yaptı ve zaten açık olan kapıdan yatak odasına girdiler. Gösterişli bir yatakta yaşlı bir karı koca horul horul uyumaktaydı. İşte bu yatağın hemen yanı başında, mobilyada Gotik uyanışın bir eseri olan koltukta, elinde konyak kadehi ile huysuz biri yan gelip yatmıştı. Diğer üç kişi ise, yatak odasındaki şömineyi yakmaya çalışıyorlar, ancak alevi, ciğerlerinin bütün gücüyle ne kadar üfleseler de, odunlar pek kuru olmadığından mıdır, bu işi başaramıyorlardı.  Koltuktaki şahıs onları, “Beceriksizler sizi!” diye azarladığında, yatağında karısıyla yatan adam uyanır gibi olmuştu ama yine aynı şahıs, konyağından bir yudum daha aldıktan sonra, “Pış! Pış! Pış! Pışşş!” diye onu uyuttu. Kadehini yine doldurup şişeyi beceriksizlere uzattı. Beş yıldızlı konyaktan biraz dökülünce odunlar tutuşturulabilmişti. Artık duvara gömülü çelik kasa açılabilirdi. Bu iş için üç değil, aslında bir kişi bile yeterdi. Hatta aşağıda otomobilin arka koltuğunda uyuyan çocuk bile kasayı pekala açabilirdi. Ama diğer iki kişi, koltukta konyağını yudumlayan şahsın, hususi hizmetkarlarıydı. Bu şahıs, adının verilmesi pek münasip olmayacak o sokakta yaşayan hırsız kolonisinin reisi, hatta ve hatta meşru bir seçimle başlarına gelmiş muhtarlarıydı. Kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra Efendimize şöyle bir baktı ve adeta onun ruhunu beynini okudu. Nedendir bilinmez, fakat galiba inisiyasyon niyetiyle yerinden Vaftizci Yahya gibi doğrulup İdris Âmil Hazretlerinin ayağına, adeta piyanonun sağ pedalıymış gibi basıverdi! Efendimizin kulağı acıdan, Sanctum İohannes’in inisiyaliyle çınlamaya başlamış, duvar saatinin sarkacı ise, sanki puandorg ile zaten duruvermişti! Öyle ki, kulağındaki ses, sanki Fingal’de çınlayan bitmeyecek bir senfoniydi. Adam var gücüyle basmayı sürdürüyor ve İdris Âmil hazretlerinin kulağındaki çınlama da kesilmek bilmiyordu. İşte belki de, bu mühim Hırsızbaşı’na bir corona koymak icap ederdi. Ama kral tâcı yahut aziz halesi yerine, başında mütevazı bir fötür şapka, üzerinde ise, sol dirseği yırtılmış bir boz takım elbise vardı. Upuzun ve ağarmış kaşlarına, kırış kırış esmer suratına bakılırsa altmışını çoktan geride bırakmıştı. Ama gözlerindeki pırıltı, ihtirastan değil, şöminedeki ateşin yansımasından ileri geliyor olsa gerekti. İki numara büyük olduğu ve maharetli bir İtalyan kundura üstadı tarafından yapıldığı nazarı dikkate alındığında, çalıntı olduğu aşikar ayakkabılarında da vardı o parıltı.

 Unvanı ise hem lakabı ve hem de ismi olageldiğinden, ona ‘Muhtar’ diye hitap etmemek ayıp kaçardı. Şehirdeki hırsızlık camiasının yegane reisi olması yanı sıra, aynı zamanda bilinen en iyi çilingirdi! Onun nam salması, devlet bankalarından birinde çalışan kasa dairesi memurunun, içinde yirmi ton altın bulunan, iki metre çapında ve doksan santim kalınlığındaki zaman ayarlı kasayı, dört saate değil, yanlışlıkla dört seneye ayarlamasıyla başlamıştı. Vali ve emniyet müdürü bu kasayı sadece Muhtar’ın açabileceğini bildiklerinden, makam otomobilleriyle kapısına varmışlar, kendisi de, o sıralar epey meşgul olduğunu, ama bir ara bankayı ziyaret edip hayır olsun diye pekala kasayı açabileceğini beyan etmişti. Çalışanlarla birlikte müdür, ertesi sabah gidip bankadan girdiğinde hayretler içinde kalmıştı. Evet! Kasa açıktı, ama kasanın iki metre çapındaki o beş tonluk kapağı yürütülmüştü! İşin tuhafı, içindeki yirmi ton altına el sürülmemişti. Polisler ipucu olarak sadece, yerde bir firkete bulabilmişlerdi. İşte bu hadiseden sonra Muhtar, resmî makamlar nezdinde hatırı geçen biri oluvermişti. Fakat onun saygınlığını arttıran asıl vasfı, bir nazariyeci olmasıydı: Hırsızlık camiasının reisi Muhtar’a göre, insanoğlunun imal ettiği şeylerin ancak yüzde yirmisi onun ihtiyaçlarının yüzde seksenini karşılarken, imal edilen şeylerin yüzde sekseni de ihtiyaçların kalan yüzde yirmisini karşılıyordu. Muhtar bu fikri de mesleği icabı, Pilpireto Pireto nâm bir alimden yürütmüştü. Buna göre imalatçıların yüzde yirmisinin ürünü olan ekmek, kumaş, tuğla, orak, çekiç, traktör, şimendifer gibi mallar ihtiyaçların yüzde sekseni iken, pasta, smokin, köşk, Rols Roys ve altmış metrelik hususi yat gibi şeyler de, insanoğlunun toplam ihtiyaçlarının sadece yüzde yirmisiydi. İşte hırsız camiası da zaten bu yüzde yirminin peşindeydi. Aslında yaptıkları işe hırsızlık demek iftira olurdu. Çünkü onlar, tarih öncesi atalarımızın yaptığı gibi toplayıcılıkla geçiniyorlardı. Atalarımız nasıl ki tabiattan sebze meyve topluyorlarsa, hırsızlar da şehirden altın gümüş toplayan gözü gönlü tok insanlardı. Bunun yanında Muhtar, bir de mülkiyet nazariyesi ortaya atmıştı. Buna göre bir mağara adamı kırda bayırda dolaşırken elma ağacı gördü mü, cüssesine göre bir, yahut bilemedin iki elma koparması icap ederdi. Çünkü elmayı gördüğü ya da kopardığı esnada değil, ancak yiyip mideye indirdiği anda bu meyve onun malı olurdu. Amma namussuzluk edip de, fazladan bir elma kopararak onu muhtemel bir değiş tokuşta koz olsun diye koynuna sıkıştırdı mı, işte asıl hırsızlık bu olurdu. Janjank’ın verdiği misalde olduğu gibi, sadece elma hususunda değil, adam kırda bir araziyi çitle çevirdikten sonra, “Nah burası benim!” diye feryat ediyorsa, hırsızın âlâsıydı. Malikü’l Mülk’e ait bu araziyi hele bir de satarsa, hırsızlık malı satmış olmaz mıydı?